226- İoanna Kuçuradi - podcast episode cover

226- İoanna Kuçuradi

Sep 24, 20241 hr 8 minSeason 1Ep. 226
--:--
--:--
Listen in podcast apps:

Episode description

Nasıl Olunur'un bu bölümdeki konuğu, bu podcast serisinin ilk günlerinden bu yana konuk etmek istediğim biri; felsefeci, eğitimci Prof. Dr. İoanna Kuçuradi.

Kuçuradi ile 1997'den bu yana yöneticiliğini yaptığı Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları ve Felsefesi Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde buluştuk.

"Ben hiçbir özel soruya yanıt vermem" dedi ilk, gülerek; şaşırdım... "Neleri özel sayıyoruz?":)!

İoanna Hanım için "Kaç dil biliyorsunuz?" sorusu bile özel bir soru olabiliyor ama Alman felsefecileri, üniversite eğitiminin son yıllarında öğrendiği Almanca ile ana dillerinden okuması benim için önemli mesela… Ya da onu bu kadar sabırlı, çalışkan, sade, doğal yapan şeyleri merak ediyorum veyahut sergi açacak kadar kanaviçe işlemesi, havalimanlarının onun şiir okuma yeri olması ilgimi çekiyor... Biraz sordum:)

Ama karşımda Türkiye'de felsefi düşüncenin yaygınlaşması ve insan hakları kavramının anlaşılıp savunulmasında önemli rol oynamış, Türkiye'nin felsefe alanında dünya çapında temsil edilmesini sağlamış bir isim var... Ana konumuz tabii ki felsefe idi.

İoanna Kuçuradi ile onun çok önem verdiği 'değerler' kavramından insan haklarına, ilk isyanından insanların ayrılıklarına değil aynılıklarına dikkat kesilişine, çocuklar için felsefeden şiire pek çok konuda söz açtık. Dinleyiniz...

Gazeteci

#Journalist ~ #Art- #Food- #Travel lover ~ #Enthusiast
Books: 📚@butuniyilerbirazkuskundur
📚& 🏠@herumutortakarar
🎧 #podcast Nasıl Olunur?

https://www.patreon.com/nilayornek

www.herumutortakarar.com

https://nilayornek.com

https://www.instagram.com/nornek

Transcript

Merhabalar, ben Lila Örnek. Yeni bir şeyler öğrenmeye merakla herkesin ilgisini çekeceğini düşündüğüm Nasıl Oldu Nural'da podcast serime hoş geldiniz. Bu seride mikrofonu mesleklerini ustalıkla icra ettiğini düşündüğüm insanlara yöneltip onlara aynı soruyu sorayım. Nasıl olunur? Bu bölümde konuğum felsefeci, eğitimci İona Kucurade. Hoş geldiniz.

Hoş bulduk. Daha doğrusu biz hoş geldik değil mi? Çünkü sizin ofisinizdeyiz. Hoş geldiniz. Hoş bulduk. Daha baştan isminizle ilgili insanlar merak ediyorlar. Ne anlama geliyor? Sizin çok güzel bir cümlenizi yakaladı. Diyorsunuz ki anneniz isminizi nasıl telaffuz ederdi bu önemli. Sizin anneniz isminizi nasıl telaffuz ederdi? Şimdi annem başka türlü seslenirdi de onu konuştuğum insanlara söylüyorum.

Çünkü birkaç isim var, bir de karmaşık isimler var. Ben hep ismim yanlış telaffuz edildiği için hep soruyorum. Annen nasıl çağırdı seni? En iyi ölçü budur bana sorarsanız. Evet. Sizinkine mesela Ioana Di diye telaffuz edenleri duydum. Ioana Di'ye. Bir de Ayiu diyorlar hep. İsmim Ioana. Çok da güzel bir isim. Anlamını da biraz... anlatsanıza bize. Baktım.

Neler merak edilmiş sizin hakkınızda diye. Öyle mi? İsminiz en çok merak edilen şeylerden biri. Türk mü? Nerede doğmuş, büyümüş? Çünkü isim yabancı geliyor insanlara. Oysa ki çok daha bilmemiz gereken. Bana çok soruldu. Ne zamandan beri Türkiye'desiniz? Ne kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz? Ben diyorum yaşımı mı soruyorsunuz? Alışmak gerekir. Bazı gerçekliklere alışmak gerekir. Öyle isimli yurttaş da var. Benim adıma işe olsaydı farkını ne yapardım?

Önden konuşunca Iona Hanım şöyle bir şey söyledi. Dedi ki ben özel bir şeylere yanıt vermek istemem. Biraz merak da ediyoruz. İşte bir dönem el işi yaparmışsınız mesela onu merak ediyorum. Ya da küçük prens sevginizi merak ediyorum. Tabii felsefeye de bağlanabilir. Ondan konuşabiliriz ama bir takım zorluklar da çektiniz. Ben de onları anlatmaktan çok hoşlanmıyorum. Mesela isimle ilgili sizde bir bıkkınlık yok. Tam tersine hani bu kaderini sev biraz niçe. gibi bunu sevip

Anlayıp bununla ilerlemek gibi bir yöntem gördüm sanki. Ama ne var? Benim isim bu. Niye değiştireyim? Tabii ya zaten değiştirmeyeceksiniz de sıkılmıyorsunuz da. Ya kardeşim bu ülkede Rumlar var, Ermeniler var, azınlıklar var, vardı. daha çok vardı ve birlikte yaşıyorduk. Bunları da biraz öğrenin demiyorsunuz. Anlatıyorsunuz, açıklıyorsunuz. Eğer hoca iseniz işiniz düşündürmektir. Bir kişi bir şeyi kendisi görmedikçe

Uçar. Dolayısıyla yapılabilecek şey hani bu herhalde 60 yıl vardır. Hocalık deneyimi bunu öğretiyor. Kendisine bulduracaksın. Kendisi görecek bir şey. Hatta şöyle çok önem veriyorum. Baktığını görmeyi becermek. İnsanlar baktıkları şeyi görmüyorlar. Bu öğrenilecek bir şeydir. Zor bir şey de değildir. Hayatıyla bağlantı kurarsa bir insan...

O zaman o yerleşir. Hep deneni bilir yani. İsmimin etmolojisini söyleyeyim isterseniz. Ama sorumluluğu bana olmamak şart. Tanrı'nın armağanı demekmiş. Teodor var ya onun Arapçası. Yahya. Sizin dedelerinizin adından geliyor aslında dişesini. Size koymuş oluyorlar değil mi? İki dedem de iyi an işte. Çok güzel. Siz İstanbul doğumlusunuz. Sırı Selviler'de hatta. Alman Hastanesi'nin karşısında dünyaya gelmişsiniz. Anneniz, babanız ve siz daha çekirdek bir aile.

sorayım. Bu klasik soru size sorulan ama bu programın da biraz temelinde o var. Sizi felsefeye götüren neydi? O soru neydi? O isyan neydi? Bir olguyu her gün görüyoruz. Karşılaşıyorsunuz siz de herkeste. Aynı insanın bir eylemi, belirli bir durumdaki bir eylemi farklı kişiler tarafından farklı değerlendiriliyor. Aynı eser farklı değerlendiriliyor. Oysa doğru değerlendirmesi bazı marjlarla beraber bir tane olsa gerek.

Perspektifler bunu etkilememeli. Perspektifler bir kısım görülmeyen şeyleri görmemizi ekleyebilir. Ama tamamen ters bir şey olmaz. Doğru bir değerlendirme ise. İşte bu sıkıntı bir çeşit başkaldırma gibi geliyor bana. Hatta 80'lerdeydi. Bizim Uluslararası Felsefe Federasyonu bir kitap çıkardı. Philosophers on their own work'ı diye. İki dilde Fransızca ilgilince benim başlığından ve yazdığım başlığın editörü From Revolt to Philosophy yaptı. Başkaldırıdan felsefeye.

İşte benim ana başkaldırım bu farklı değerlendirmeler. Aynı şeyin farklı değerlendirmeleri. Bunun hiçbir şeyi yoktur. Zenginlik değildir. Yanlıştır. Ama oluyor. Yaşıyoruz. Ve bunun üzerine de tabii hayatta yapılan değerlendirmeler. Değerlendirmelerin üç türlüsünü görebiliyorum. İkisi ezbere. Yanlış bile demiyorum dikkat. Yanlış bir değerlendirme başka bir şeydir. Ezbere değerlendirmeler başkadır.

Ve hayatımızın büyük kısmı ezbere değerlendirmelerle geçiyor. Siz bu isyanı ve soruyu hissettiğinizde kaç yaşlarındaydınız? Orta öğretimde. Yani yaşadığımız bazı şeyler vardı okul. Beni rahatsız ediyordu. Yani bir hocanın farklı kişiler tarafından farklı değerlendirmesi. Bir de kendi tecrübem vardı. Benim hocam orada. Onlar beni düşündürmüştü çok. Evet. Siz bir kız lisesinde okudunuz. Evet.

O zaman olan yoktu. Şimdi var mı? Var galiba ilkokulunda var. Çok güzel. Peki bu soru sizi felsefeyi mi götürdü üniversite seçimi yaparken? Arkadan baktığımda büyük bir olasılıkla belki en ana faktör bu. Peki şimdi bu kadar yıl siz 1936 doğumlusunuz. Ortaokulda bu soruyla boş ve başladığınıza göre baya bir süre geçmiş. Ve öyle bir yere geldik ki yayından önce de konuşuyorduk. Şimdi gerçek...

Gerçekliğin bile tanımı değişti. Artık sansür yapılmıyor. Onun yerine yanlış bilgi yayılıyor. Bu yeterli oluyor. Ya da eskiden yalancılar şunu yapıyorlardı. Gerçekliği yok etmek gibi bir niyetleri yoktu. Kendi gerçeklikleri. Ya da yalanlarını daha ön plana çıkartıp. gerçekleri saklıyorlardı. Şimdi ise gerçeğin ne olduğunu tartışıyoruz. Tartışılacak bir şey yok. Şunu görelim. Şimdi gerçeklik dediğim bir kere Türkçe'de bir karıştırma daha var. Hakikatla gerçeklik karıştırılıyor.

elimin edelim. Gerçeklik diyeceğiz. Hakikat denilen şey doğru bilgidir. Hani böyle ebedi hakikatler makikatler diye bir şey yok. Doğruluk yani Türkçesi ama doğruluğu da adalet içinde kullanıyorlar. Böyle bir karmakarışıklık var. Şimdi gerçeklik ne? Gerçeklik zamanda mekanda olan, değişme gösteren, değişme içinde olan her şey gerçektir. Şimdi bu bizim şu anda konuştuğumuz bir gerçeklik durumudur. Ama dijital dünyadaki gerçeklik bu değildir.

Oradaki gerçek dediğimiz zaman ekrandır, görülen resimlerdir. Gerçek odur, içindeki gerçek değildir. Evet. Şimdi bunu düşününce bir haber örneğini alalım. Bir olay oluyor. Onu çeşitli kanallardan haber şeklinde görüyoruz. Mesela bakıyoruz bir kanala. Diyoruz ki o onun yanlısı bu tarafından ele almışlar. Bu bunun yanlısı o tarafından.

ele almışlar. Ancak belki 6 Haber kanalını bir arada izlediğimizde gerçekliğe ulaşabiliriz. Ama onu da çok kovalamıyoruz. Çünkü hayat çok hızlı ve bir haberin gerçekliğini doğrusunu anlamak için de o zaman bile ulaşamayabiliriz. Evet o zaman bile ulaşamayabiliriz. Şimdi diyorum ya siz kaç yıl önce bu meseleye takmışken dünya öyle bir noktaya geldi ki çok bariz fiziksel elimdeki kalemin kalem olması kadar gerçek bir şey bile tartışır hale geldik. O kalem mi?

Yoksa bunu çeşitli görüntülerle oynayarak bir çakmağı kalem haline mi getirdik? Bunu bile tartışıyoruz. Yani böyle bir dünyadayken siz öğrencilerinize nasıl bir temelden başlayarak anlatıyorsunuz? Zor değil. Kendisinin görmesini sağlayarak. Yani kendisi görürse bir şey bir insan o zaman bir şey demektir. Yoksa hiç boşuna bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar. Benim çok verdiğim bir örnek var.

Siz farkındasınız birçok binada merdivenlerin son basamağı ya yüksektir ya alacak. Tabii ki insan rahatlıkla boş bulunup düşebilir. Şimdi bir mühendis oğlumuz vardı derste. Bu örneği verince hocam şimdi tamam anladım diye. Dedim işte bir insan hakkına yaşama hakkının ihlali ne kadar yol açıyor? Niye dikkat etmeniz gerekiyor? Çünkü böyle yapınca bir insan düşebilir. Nitekim düşen ve beyin karaması geçiren insanı da biliyorum. Kendi yaptığı işle.

Kendi hayatıyla bağlandı kurarsa bir insan, kendi gözleriyle görürse onu o zaman bir işe yarar. Bazısında 10 üzerinde 5, bazısında 10 üzerinde 8. Farkındalık ve dikkat gerekiyor. Sizin konuşmalarınızı dinlerken anladığım şey felsefenin ismi felsefe olmasa bile çok küçük yaştan çocuklara öğretilmesi yönünde değil mi? çok önemli ve bizim insan haklarında Hadrettepe'de doktora yapmış bir arkadaşımız var.

Ana okulunda yapıyor böyle bir çocuklara felsefe. Ve bana getiriyor, gösteriyor. O kadar tatlı, o kadar tatlı soru soruyorlar ki çocuklar. Kafa temiz, ön yargılarla dolmamış. 5-6 yaşında çocuk aldı bile değil. Çok güzel oluyor. Ama bunu çok ustalıkla yapmak gerek. Moda olunca bir şey ciciğini çıkarıyorlar. Herkes çocuklar için felsefeye, çocuklarla felsefeye soyundu. Biz 90'lı yıllarda başlıyoruz Türkiye Felsefe Kurumu olarak bu iş.

Bunu çok başarılı bir şekilde yürüten arkadaşlarımız var. Türkiye Felsefe Kurumu'nun bir alt bölümü var. Çocuklar için Felsefe Nuran Hanım var orada. Lise öğretmeniydi. Bunu çok iyi yürütüyor birkaç tane arkadaşıyla birlikte. Şahane. Hatta gün ışığı kitaplı bir yayın evi var. Onların çocuklar için çıtır çıtır felsefe miydi? Bir serisi var. Ben o kadar keyifli okuyorum ki.

Bugün konuştuk Mine Hanım'la. Onlar bir toplantı yapıyorlar. Onunla ilgili bir şey istedi. Toplantı yapmak için konuşmacıların sabıkasız olduğu kağıtı göstermek gerekiyor okullarda. Onu da bize çıkardık gönderdik galiba arkadaşım gönderdi. Bir sabıkam yok galiba. Peki siz pek çok insanla karşılaşıyorsunuz dünyanın her yanında. Sizi şaşırtan kişiler, olaylar var mı? Bir çocuk sorusu olabilir. Nasıl şeyler karşınıza geliyor? Beni en çok cezbeden şey insanların aynılığını görmek.

İnsanlar hep fark üzerinde duruyor. Farklılıklara saygı maygı deyip duruluyor. Ama aynılığımızı görmek çok önemli. Aynılığı görünce yapıp ettikleriniz de insanlara muameleniz de değişir. Doğal olarak değişir siz zorlamadan. değişiyor. Eğitimde bunu entegre etmek çok önemli.

Bana sorarsanız. Ben bu programın sonunda dünyada ya da Türkiye'de nasıl birlikte yaşarız diye bir soru soruyorum. Bu soruya birkaç kişi şu cevabı verdi. Birbirinden bağımsız. Farklılıklarımız üzerine çok düşünüyoruz. Bunun altını çiziyoruz. Ama aynalıklarımızı görmeye çok da meyilli değiliz. Farklılıklar zaten açıktır. Görülüyor. Ama aynalığı görmek için biraz gözleri keskinleştirmek gerekiyor. O kadar da zor değil. Ama dikkatli yapmak gerekiyor.

Yani eğitimde insanın o kişinin kendisinin görebilmesini sağlamak. Bunu yapmıyoruz. Hani ezberciliğimiz oraya kadar gidiyor. Hani vardır ya balık verme balık tutmayı öğret gibi. Peki tanıştığınız ya da karşılaştığınız enteresan karakterler? Mesela İngiltere'den bir din adamından Müslüman din adamından. adamından geliyor. Ben sizi çok seviyorum. Şimdi seyrettim sizi. Çok seviyorum. Ben şunu tahmin ediyorum. Nedir önemli buldukları? Bu bakışı seviyorlar insanlar.

Karşımdakini kim olursa olsun, suçlu da dahi olursa olsun insan olarak görmek. Becerebiliyor muyuz bunu? Bunu becermeyi öğrenmek var. Siz diyorsunuz ya ihtiyaçlar bizim hayatımızı bazen çok belirliyor. Gerekli ihtiyaçlar, doğal ihtiyaçlar. Bir de yaratılan ihtiyaçlar. Onlara hiç gerek yok.

Yani bunu da öğrenmemiz gerekiyor ama tüketim toplumunda tam tersi yapılıyor. İhtiyaç yaratmaya çalışılıyor. İşte bu ihtiyaçlardan biri de şan, şöhret, öne çıkma ihtiyacı olabiliyor ya. Sizin samimiyetinizi bence insanlar görüyor. Farkında mısınız bilmiyorum ama sizin çok videonuz var. Youtube'da mesela kısa kısa işte artık onlara short diyorlar. Youtube short diye bir şey var. Mesela bazen bağlamından kopmuş 2-3 saniyelik videolar yapıyorlar sizin bir televizyon konuşmanın.

Hani orada bir şey söyleyen tatlı bir hanımefendi var. Yani etkiliyor samimiyet bir taraftan. Tek bir cümle alınması garip geliyor insana. Ama bir taraftan da çok yaygın insanlar çok severek paylaşıyorlar. Bazen benim söylemediklerimde. Benim altımı koyuyorlar. Ama mesela geçen gün bana bir tane böyle getirildi. Fena bir şey söylemiyor.

Ama ben dilimi biliyorum. O dil benim değil. Siz mesela sonradan baktığım değil de arkadan baktığımda diye bir dil kullanıyorsunuz. Ben onu fark ediyorum. Hani farklı bir cümle kuruşunuz var. Ama bunları izliyor musunuz? Öğrencileriniz size söylüyor mu? Bana söylenince bazen izliyorum ama hepsini izleyemiyorum. Bilgisayar kullanıyor musunuz? Kullanmıyorum.

Elimi sürmüyorum. Arkadaşlar yapıyor, sekreter yapıyor. Kağıt kalem kullanıyorsunuz. Kitaplarınızı öyle mi yazdınız yazıyorsunuz? Hala öyle yazıyorum. Yani onun üstünde kitabınız var ve ilk bir şiir kitabınız var değil mi? Şiiri hala yazıyor musunuz? Yok yazmıyorum. Peki okuyor musunuz? Okuyorum.

Benim havaalanları şiir okuma yerimdi. Orada beklerken bir uçağı öbür uçağı beklerken. Çünkü iş başında o kadar çok iş var ki. Ve farklı şeyler var. Zaman kalmıyor. Canımın istediğini yapma okumak. Ama orada okuyor. Kendime bir... Alışkanlık edindim. Şimdi uçmuyorum da 2-3 yıldır uçmuyorum. Sağlık nedenlerinden dolayı onun için pek şiir okumuyorum. Ya sizin tarz insanlar ki azsınız. Gönül Öney sanat tarihçisi, Türk ve İslam sanatı uzmanı.

Çok severim. Şöyle bir şey söylemişti. 90 yaşını geçkin. Artık dedi bırakacağım. Çünkü dedi öyle bir alandayım ki her yeni çıkanı okumak zorundayım. Sürekli dedi kendi alanımla ilgili bir şeyler okuyorum. Ben artık roman okumadım. Mesela işte Zeynep Oral'ın bir kitabını aldım dedi o kadar mutluyum ki onu okuyacağım ve yüzeceğim dedi biz pandemide konuşuyorduk. Yani dedim ki 90 yaşına gelmiş bir profesör nasıl canı çekiyor. Hanım çok saslı bir insan.

Müthiş bir izah. O kadar etkilenmiştim ki yani sürekli yeni bir şey okuma ihtiyacı işle ilgili. Çünkü bir alanın var. O alana sahip çıkıyorsun. Gelişmek istiyorsun. Her yeni çıkanı okuyorsun. Eskilere bakıyorsun. Kendini yeniliyorsun. Kendin bir şey... üretiyorsun derken bir de sizin böleninizdir. Roman okumak böyle bir zor. Değil mi?

Bunları onun için orta öğretimde çok okutmak gerekir. Ben okuduğum bütün romanlar neredeyse üniversite sonuna kadar. Mesela bugün Dostoyevski'leri okumuştum. Leningrad eski adıyla yeni Petersburg. Orada Raskolnikov'un şey var ya suç ve... ceza. Raskolnikov'un ihtiyar tefeciyi öldürdüğü yere götürdü. Benim arkadaşımın, meslektaşımın asistanı. Çok enteresan. Giderseniz Petersburg'a gidin. Çok eski bir sokak. Çok güzel bir sokak.

Bir avru var kocaman böyle iki taraftan girerken çöpler var. Ben girdim oraya. Alex anlatıyor bana. Arkadaşımın asistanı götürdü. Yukarıdan bir pencereden yaşlı bir hanım bana bir şeyler anlatıyor Rusya. Tabii anlamadım. Ne diyor biliyor musun diyor. Raskolnikov çıkını burada attı diyor. Hala yaşıyor. Hani o sokağı görmek değer gidin. Peki siz o zamana kadar romanları okudunuz. Sonra neler okuyorsunuz ve neler okudunuz? Hep işinizle felsefeci. Önce okumam gerekenleri okuyorum.

Ben işte arada başka bir şey de sıkıştırıyorum böyle. Şimdi sizin tezlerinize ve kitaplarınıza bakınca hangi felsefecilerle biraz daha yakın olduğunuzu insan hissedebiliyor. Kant'la, Nietzsche'yle daha başka bir ilişkiniz olmuş. Çevirileriniz var bu arada sadece yazdığınız kitaplar değil. Ama bugün beni bu felsefecilere etkilemiştir diyeceğiniz kimler var? Kimleri okuyorsunuz? Muhakkak ki etkilemiştir tabii. Felsefe tarihinde önemli bulduğum birkaç isim sığayabilirim.

Platon, Aristoteles, ondan sonra Kant'a atlıyorum. Ondan sonra Schopenhauer, Nietzsche. Bunlar uzun süre dilleri çok gelişmiş, çok güzel kullandıkları için Almancayı pek bir filozof saymadılar. O zaman müthiş bir şey getiriyor. Mesela Schopenhauer birkaç konuda... Dönüm noktasıdır felsefe tarihinde bana sorarsanız. Bir de 22 yüzyılda Nikolay Hartmann önemliydi. Yani önemli buluyorum.

Hani haksızlık yapmayayım belki de benim dikkatimi çekmemiş önemli filozoflar olabilir ama ben bunları çok önemli görüyorum. O çizginin oluşmasına, felsefi düşüncenin gelişmesine çok önemli katkıları vardır. Felsefi düşünce denilince hani çok da yatay olmayan bir yol izlemiş ya felsefenin gelişimi. Hani bir Yunan tarzı felsefe diyeyim. Daha sonra bir Arap dünyası var. Daha sonra bir Almanlar çok geliştirmişler.

bugüne kadar gelişiyor. Şimdi böyle bir dünyanın şu tarafından gelişen bir felsefe diye bir şey konuşulabilir mi? Biraz da cahillikle soruyorum. Yani doğudan. Doğudan özellikle düşünerek söyledim mesela. Hint felsefesini bildiğimi söyleyemem. Bilgelikle felsefeyi ayırmak gerekir. Bilgelik önemli yok. Çok önemli. Ama felsefeden farklı bir şey. Küçümsemek değildir ama epey bilge var. Bilgenin farkı ne filozoftan? O hayattaki şeylere katkı, hayatla ilgili.

İlgisi daha fazla. Hatta bir anekdot var. Herhalde doğrudur diyor. Genes Raertius anlatıyor. Erakleitos yürürken bir çukura düşmüş. Orada köle kız duruyor. Demiş ki sen yukarıya bakmaktan burunun dibini görmüyorsun. Böyle kaldı böyle. Öyle bir ünü var filozofların. Burnunun dibini görmedikleri. Burnunun dibini de görürler de. Ama çok önemsemediler. Görmemekten değil.

Ben bugünü anlamak için felsefeye ihtiyaç duyuyorum. Şunun için söylüyorum bunu. Felsefe öldü mü? Sürekli bir mezarlar kazıyoruz ya birileri için. Felsefenin de artık eskisi kadar önemi var mı? Bunlar da çok tartışıldı. Yeni nesil bazı insanlar da bugünün kavramlarıyla da açıklıyorlar. konuşuyor. Almanca yazıyor. Kültür kuramcısı. Bir yazar. Enfokrasi diye bir kavramı var. Enformasyonun engemenliği. Evet. Mesela hani bunun üstüne bir kitap yazıyor ve diyorum ki

Aa evet ne kadar doğru söylüyor ya da oradaki soruları hoşuma gidiyor. Bu benim anlamama yol açıyor. Ama işte bir de kelime uyduruldu ya dezenformasyon. Tabii Türkçeleştirirken de bu uydurulmuş olabilir ama siz hemen ne olduğunu anlıyorsunuz ve ne anlattınız. Bak istediğini düşünüyorsunuz ya. O hoşuma gidiyor. Bu kadar sayısal bir dünyada rakamlarla yaşanan bir dünyanın aslında korkunçluğunu da bana gösteriyor. Ben şeyi tavsiye ediyorum. Biliyorsunuz belki. A brave new world.

Onu okumak gerekir. Ama ondan sonra The Genius and the Goddess diye Türkçe'ye çevirilmemiş bir kitabı var. Onunla beraber okumak. İlki Cesur Yeni Dünya. Storytel'de de var. İnsanlar dinleyebilir. Çok hoşuma giden bir kitab. Genius and the Goddess'ı okumak gerekiyor. Kaçıyor bu Brave New World'dan. Onu ben de okumadım. Çok sevdiğim bir yazı. Bek bilinmiyor ama ikisini beraber okumak başka bir şey görmemizi sağlıyor. Oradan nasıl kaçınılır yani? Neyi yok ediyor o Brave New World'dan?

Artık sosyal medyanın da hayatımıza çok etkin girmesiyle birlikte yeni kavramlar var. Biz var olanı anlamlandırmaya, bir isim koymaya, ortak konuşmaya çalışırken çok yeni kavram sanki kafamıza bir... Kovayla boşaltılıyormuş gibi hissediyorum. Önemli sorunlarımızdan biri bu anlam sorunu. Şimdi biz Ankara'da bir toplantı yapıyoruz Atatürk Kültür Merkezi'nin iş birliğiyle. Bizim Türkiye Felsefe Kurumu'nun 50. yılı. Evet, 1974'te.

Sayenizde bir konu bu. Konumuz 21. yüzyıldan dünyamıza bakarken. Ve benim yazdım hemen hemen hepsini. Daha önce de söylediğim bir şey. Anlam sorunu. En büyük sıkıntı anlam. Yani bu anything goes'dan nasıl kurtulacağımız ne demek anything goes ne olsa olur. Değer farkı yoktur şeyler arasında. Oysa vardır. İnsanlar benim değer biçme, değer atlet, mezbere değerlendirme dediğim değerlendirmelerle iş gördükleri için belki de böyle söylüyor ama doğru değerlendirme değişmez. Eğer doğruysa...

Millattan önce ikinci yüzyılda da doğrudur. 21. yüzyılda da doğrudur. Ama şunu kaçırıyorlar gözden. Değişen bilgi değil. Değişen bilginin konusu olduğu şey. Bilginin nesnesi. Çünkü milattan önce birinci yüzyıla ilgili söyleyeceğim bir şey. O yüzyıl için oradaki o olay için doğrudur. Ama durmuyor ki gerçeklik. Çok doğru evet. Yani bilgiyle nesnesini karıştırıyorlar. Değişen nesnedir. Bilgi değil. Dolayısıyla nesne değişirse bilgi de değişecek tabii.

doğru oturtmak için biraz da birikime ihtiyaç var diye düşünüyorum. Birazcık şey demey lazım. Ontoloji ve epistemoloji bilgisi gerekli. Tabii. E zaten felsefede... Çok basit bir şekilde ama. Yani basit bir şekilde böyle terimlerle değil. Çünkü bu terimleri de olur olmaz yerde kullanıyor millet.

Epistemoloji diyor. İçip epistemolojiyle bir ilgisi yokur söylediği arkada. Moda onlar da moda şimdi. Evet çok fazla kavram çok fazla moda kavram var. Dedim ya sürekli mezarlar kazılıyor. Birine de felsefeyi oturtmaya çalıştılar diye. Hala felsefe. Ve bizim için niye var olmayı bile düşünüyorum bazen ben. Yani hani mesela değerleri doğru tartmak için, bir takım tezleri doğru tartmak için, doğru soruları sormak için. Belki baştan bu nedir, neden diye sormak için.

Var. Anlam atıf etmek için var. Değerler sorunu var. O değerleri doğru yerlere koymak için var. Bu anlamlandırma da biraz bağ kurma da önemli. Çok doğru söylüyorsunuz. En önemli eksiklerimizden biri de ve eğitimde üstünde... Çok fazla gidilmeyen bir şey bağlantı. Bağlantıları içinde düşünmek, bağlantılarla düşünmek yapılmıyor bu. Modüler eğitim diyorum ben. Bir modülü alırsın yanına, şimdi buraya koyarsın, sonra öbür tarafa koyarsın.

Öyle değildir eğitim. Bağlantı çok önemli. Bağlantıların da çeşitleri var. Bir tür bağlantı yok. Peki bu bağlantıyı kurmak için siz eğitimde neyi öneriyorsunuz ya da neleri öneriyorsunuz? Çünkü siz aslında özgeçmişinizden çok bahsetmedik ama Hacettepe Üniversitesi'nde felsefe bölümünü kurdunuz. nasıl yapılır bunu da size soracağım.

Çünkü kolay değil yurt dışındaki örneklere bakmışsınızdır ama siz yerli bir şey yaptınız. Buradaki ihtiyaçlara göre bir şey yaptınız. Yani bu bağlantıyı doğru kurmak için nasıl bir eğitim sistemi lazım? Bunu yapabilmek için onun temelinde. doğru değerlendirme yapabilmek var. Yani söylediğim ezbere şeklinde değil de doğru değerlendirme nasıl yapılır? Ve nesnesine göre yani bir olay mıdır, bir eylem midir, bir eser midir? Hatta felsefe eseriyle şiir kitabı başka türlü değerlendirilir.

öğrenmek var. Ve yaptırarak öğrenmek. Yoksa bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar. Yoksa bilginin de anlamı yok. Doğru değerlendirme çok önemlidir. Ama bunu bilmiyoruz. Ve bunun temelinde de bağlantıları görebilmek. Kopuk kopuk değil. Biz Türker Kılıç'la konuştuğumuzda belki tanıyorsunuzdur. Dünya Bilim Akademisi'ne kabul edilen Türklerden biri bir beyin cerrahı. O da bir bölüm kurdu Bahçeşehir Üniversitesi'nde. Onun bir kavramı var.

Bağlantısal bütünsellik. İletişim kuran bütün mekanizmalar beyin üzerinden söylüyor ama bu Anadolu toprakları üzerindeki kültürler içinde uygulanabilir bir şey diyor mesela. Bağlantısal bütünsellik. İletişim kuran pek çok şey bize... Reka üretir diyor beyinde ve bağlantı da üretir aslında. O doğru bağlantıları kurmak için birkaç yöntem sormuştum mesela ona. Soru sormak.

Mesela çok önemli. Doğru soru sormak ama. Sonra da doğru soru sormak. Şöyle bir şey söylemişti. Bizden aslında bilim insanları çıkıyor ama çok farklı bilim insanları çıkartabilmek için soru soran insan. Çok lazım. Biz cevap vermeyi biliyoruz. Bizde cevap vermek öğretiliyor ama soru sormak öğretilmiyor. Daha bir otoriter eğitim tarzı da var demişti mesela.

Tesadüfen bir iyi hocanın eline düşerseniz öğreniyorsunuz ya da kendiniz öğreniyorsunuz. Bu mümkün, imkansız bir şey değil. Çok zor da değil ama bunun üstünde durmak var. Sizin eğitim hayatınızda doğru hocalar liseden, ortaokuldan başlayarak karşılaştığınız hocalarınız hayatınızı değiştirmiş midir? Bazı şeyleri görmemi sağladı. Orta birde gittiğimde mesela şiiri sevdiren bir hocamdır. Öyle başlıyor şiir sevgisi. Bu dakikliği öğreten hocalardan biri Mesude Hoca.

Emre Kongar'ın annesi hocamdı. İyi bir hocamızdı o da. Ondan sonra matematik fizik hocamız. İyi öğretmenlerimiz oldu. Ne kadar payı vardır söylemek zor ama bir payı muhakkak vardır. Ve iyi ki karşılaşmışızdır. Peki sizin asistanlığınız Prof. Dr. Takiyettin Mengişoğlu. Çok da bilinen bir isim felsefe ile ilgiliysek eğer. Hani onun bir takım kitapları bugün bile çok sevilen ve temel alınan kitaplar. Ondan neler öğrenmişsinizdir diye çok genel bir soru oldu bu ama. Çünkü sizin asistanlık döneminiz.

Onun karakteri, yaşadıkları sizi de etkiliyor. O manada da soruyorum. Belki de oradan insanla ilgili antropolojisi var. Kendine özgü bir hocanın bir insan felsefesi var. Onun bana katkıları var. Belki başka... bir yöne gidiyorum ama onun çok önemli bir yeri vardır. 1965'te bir tez hazırlıyorsunuz. Chopin'a ve... Doktora tezim. Evet. Nietzsche ile İnsan Problemi isimli bir tez. Sonra kitaplarda da var. İki kitap oldu. İki kitap oldu. haline geldi onlar. Onun etkisiyle biraz. Şöyle başlıyoruz.

Ben daha lisans öğrencisiyken o zamanki felsefeye giriş kitabı çıkıyordu hocanın. İlk formalarda basılmıştı bana verdi oku diye. Ben okudum orada yanlışlar buldum. Baskı yanlışları buldum. Hoca ondan sonra bütün kitaplarını bana okuturdu. Düzeltirdi. Bu vesileyle çok dikkatli okumaya başladım ve belki onun bilinçli ya da bilinçsiz bir etkisi oluyor. İnsan fenomenleri dediği bir şey var. İnsanın özellikleri üzerinde duran bir şey. Bir de şeyi katıyorum. İnsanın olanakları.

Bu başka bir görme imkanları da sağlıyor. Ama temelinde hocanın insan fenomenleri dediği şey var. Bu arada diyorum ya eğitimden çok bahsetmedik. Siz 1954'te Zapyon Rum Lisesi'nden mezun oluyorsunuz. 59'da da İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden. Erzurum yolculuğunuzda var sizin asistanlık zamanınızda. Erzurum'da 3 yıl mı görev yapıyorsunuz? 2,5-2 yıldan biraz fazla. 29 yaşında Erzurum'a gidiyorsunuz.

memnun kalıyorsunuz değil mi orada? Ben çok şey öğrendim. Kendim de çok şey öğrendim. Onu söylüyorum. Şu ana kadar beni arayan öğrencilerim var. Geçen gün yurt dışından birinin ölüm haberi geldi. Benden diyelim 5 yaş küçük öğrencilerim oluyordu o zaman. Hala beni arıyorlar. Erzurum öğrencilerinin bazıları tabii. Çok güzel. Orada şey...

Dilinizi duydum ben. Saçları benim kadar beyaz olan öğrencilerim var diye. Siz de çok gençsiniz çünkü. Öğrenciler de genç. Ama çok iyi oldu. Ben gitmekten memnunum. Herkes nasıl gidiyor diye şaşırdı. kaldı ama ben memnunum. İyi ki gittim diyorum. Ne açılardan diyorsunuz? Türkiye öğrendim. Ben anamın kuzusu böyle burada Türkiye'yi bilmiyordum diyebilirim. Ama orada gördüklerim, kendi gözlediklerim, ilişkiler, öğrencilerin durumu. Yani bana da bir şeyler öğrendim.

O zaman hangi okula gidiyorsunuz? Üniversite çağında öğrenciler değil mi? Tabii, üniversitede. Oradan sonra akademisyen olan, felsefeyle, filozofiyle ilgilenenler var mı? Çıktı mı oradan? Felsefeyle ilgilenenler yok ama önemli iş. Felsefe güzel bir temel oluşturuyor. Dönüyorsunuz Hacettepe Üniversitesi'nde felsefe bölümünü kuruyorsunuz. O kuruluşta neleri önemsediniz ve neler burada da olmalı dediniz? Yani öyle bir program nasıl kurulur?

Ne için yapıyoruz? Amaçlar bizim bütün işlerde unuttuğumuz şeylerden biri amaçlardır. Amaçları doğru dürüst bilmiyoruz. Yaptığım bir şeyin amacı vardır. Bir de her birimizin hayatın ana amaçları vardır. Birisi iki yılda bir araba değiştirmek olabilir. Birisinin de ne bileyim bir... Tabii hep tereddüt ediyorum çünkü %100 emin olmak çok zor. Bir de Terezana gibi kalkıp hastalara bakıyor. Schweitzer gidiyor hastalara bakıyor. Bunlar da hayat amaçlarıdır.

İki yılda bir araba değiştirmekle cüzamlılara gidip bakmak amaçlarını siz karşılaştırın ben bir şey demeyeyim. Yani şimdi amaçlara bakarak o üniversitede bölümü kuruyorsunuz. Sizce? Niçin? Felsefe niçin felsefe? Önce niçin, ondan sonra nasıl? Ona göre, onların cevaplarını vere vere. Mesela ilk defa. İnsan hakları dersini koydum. Bunu kaç yılında koydunuz? 1980. Herkes soruyor nedir, ne iş var? Bize örnek göster. Bir felsefe bölümlerinde dünyadan öyle. Ben de inat ettim göstermeyeceğim dedim.

Çünkü biz yeni bir şey yapamaz mıyız? Hep kopya mı yapacağız? Ama deseniz ki şurası iyi olmadı, şöyle yapmak daha iyi olur. Varım tabii. Sağ olsun dedi de rahmetli oldu. Rektörümüz savundu. Ben yapmadım yine. Yani biz de yeni bir şey yapabiliriz. Evet tabii. Bu arada insan hakları dediniz ya biz şu anda Maltepe Üniversitesi'ndeyiz. İnsan hakları araştırma ve uygulama merkezindeyiz. İnsan hakları ana bilim dalının içerisindeyiz. Yayından önce konuş...

Siz dediniz ya bazen arıyorlar insan kaynakları mı orası diye. Yani 1980'den bugün yol kat etmediğimizi düşünüyoruz. Bir de şey Hacettepe'deyken ilk defa Türkiye'de insan hakları doktorasına başladık. Buraya biz iki kere müracaat ettik. Yok izin vermedik. Gerekçesiz. Bilmiyorum neden. Nelere ihtiyaç var? Ben ihtiyaçlara bakıyorum. Yani hukuku insan haklarından türetmek gerekir. Kademe kademe. Bugün yapılmıyor. Denk geliyorsa tesadüf.

Mesela birkaç tane böyle iyi hukukçu ve yanlış hukukçunun işi değil öyle insan yetiştirmek gerekiyor. Yani kanun yaparken temelinde insan haklarının bulunması. Bu ne gerektiriyor? İnsan hakları hakkında açık bilgi. Bugün insan hakı olmayan haklar insan hakları sayılı biliyor. Olan haklar da henüz kodifiye edilmiş değil. Yani bunlar biraz daha üst bir... çalışma gerektiriyor ve insan haklarının hukuk olmadığının farkında olmak gerekiyor. Yani hukukun temelidir.

Bunların farkında olmadan bu dedikleri yapılamaz demeyeyim zor yapılabilir. Evet biz biraz sonuç gibi algılıyoruz ya insan haklarını. Anlıyoruz. Evet böyle bir anlayışımız var. Sanki bir son noktaymış gibi aslında başı... O olmalı gibi değil mi? Yani dediğinizden onu anlıyorum hukukla ilgili de. Peki siz dünyayı da çok yakından takip ettiniz bunca sene. Bunu daha iyi uygulayan hani Türkiye özelinde söylemiyorum. Şu ülkeler biraz daha iyi.

İyidir. En azından kanunda, kağıt üstünde dediğiniz yerler var mı? Şimdi benim söylemem zor. Çünkü bir kere bir uluslararası toplantıda böyle bir soru soruldu. Ben dedim belki İsviçre. İsviçre'li kalktı. Diyor ki bizde de bu problemler var. Belki farklı insan haklarıyla ilgili sorunları var ama yani onun için.

Konuşmayı cesaret edemiyorum. Anladım. Siz çok daha temel bir örnekten bahsederek başladınız ya. Bir merdivenin son basamağının yüksekliği bile biri insan hakkı. Tabii. O da onu mağdur eden bir şey. O bile bir kanlı kural. Tabii mesela işte Amerika ile ilgili bahsedildiğinde hani insan hakları ve Amerika'yı çok birleştirmek için söylemiyorum ama çok daha temel bir şey. Yine hukukla bağdaştıracağım ama size bir kahve verirler. Çok sıcaksa.

Ve dökülürse dava açabilirsiniz. Ve bir sonuca varabilirsiniz o ülkede. En azından gene hukukla birleşiyor. Böyle bir şey vardır. Bizde ise anything goes orada da var ya ne olsa gidiyor durumu. Amerika'da da herhalde böyle şeyler oluyor gibi geliyor. Tabii çok oluyordur ama en azından bir dava hakkı varmış gibi. Hukuksal da yok. Hukuk daha iyi işliyor bize göre. Cumhurbaşkanı mahkemeye veriliyor. Trump'ın durumunu biliyorsunuz. Bu yapılabiliyor.

Öyle bir gelişme durumunda ama bir sürü de saçmalıklar var. Tabii yani iyice de o saçmalıklar arttı artık. Kafamızı çalıştıralım. Evet yani işte bu kadar siz çalıştırdığınız için söylüyorum. Şimdi 80 orada kurulması ama siz çok uzun... süredir insan hakları konusunda çalışıyorsunuz. Cezayirlerine gittiniz gördünüz. Aslında nasıl olabilir biliyorsunuz ve yazıyorsunuz da bunu. Yani bunun olduğu bir yeri de insan görmek istiyor ya hayatı içerisinde. Bazı şeylerin farkı. Bir tanesi...

İnsan haklarıyla bir bakanın görevlendirilmesi. O sırada çok iş yaptık. Bir kurul kurdu. 23 kişilik bir kuruldu. Çalıştık, raporlar hazırladık vesaire. Ama bunu kuran hükümet değişince ondan sonra gelen başbakan dağıttı bunu. Çünkü kanunla kurulmamıştı. İkincisi de çok önem verdiğim bir şey Sayın Pişkin Süt'ün, Doktor Pişkin Süt, Meclisin İnsan Hakları Araştırma Komisyonu var ya, onun başkanı iken hazırlanan 10 rapor.

Bunun bir kısmını çoğunu hani İstanbul'un dışında beraber gittik geldi beni de götürdü. Onların çok çok önemli olduğunu düşünüyorum bir dönüm noktası. Ve ondan sonra epey bir mesafe aldık. Ama şimdi yine bir yerinde sayma bir şeyler oluyor. O dönem cezaevlerine gittiniz. 10 ilde. Biz ben 9 ilde beraber gittik. İstanbul'da gitmedim. Cezayirlerine gidiyoruz. Sorgulama yerlerine gidiyoruz. Konuşuluyor ediliyor.

Çok çok önemli bir iş yapmıştı Sayın Pişkin Süt. Sema Pişkin Süt. Yayında da analım diye söyledim. Çok değerli hakikaten. Çok önemli bir iş yaptı. Peki orada gördünüz ve sizi çok şaşırtan bir şeyler oldu mu? Nasıl? Kötü olan yerler vardı. Olmayan yerler vardı. Ama problemli yerler çoktu. Dokuzunda ben varım. Orada yazılı ve...

Kayıt ediliyordu konuşmalar. Kayıttan geçirildi raporlara. O dönemi belgelemesi açısından bile ne kadar önemli? Çok önemli. Bir takım iyi şeyler oldu mu raporlardan sonra? Bazı şeyler oldu ama şimdi yine ne oluyor bilmiyorum. Yani bir konuşmayayım bilmeden. Gözümle görmeden bir şey söylemeyeyim. Çok değerli bir şey. Çok önemli bir işti. Yapılsa keşke. Ankara'da Ulucanlar Müzesi var. Ulucanlar Cezayi ve Müze'ye döndürüldü ya. Gittiğim zaman çok etkilenmiştim. Şeyi gördünüz mü?

nasıl zaman kaybı var şey yazıyor tarihleri yazıyor tarihleri kaç sene o ranzada yatmış mesela ya da Günleri, ayları, zaman bilinci gidiyor. Tabii çok acayip. Şu açıdan çok üzülmüştüm. Şimdi öyle bir şey görmek, onun müze haline gelmesi, onu böyle müze olarak gezebilmek ancak bugün daha iyi şartlarda... olduğunuzu düşününce mümkün. Bugün hala iyileştirilmediğini düşündüğünüz zaman o size acı veriyor. Ama epey fark var. Çok şükür epey fark var.

Düşünsenize Hilton Koğuşu diye isim var yani hani daha lüks diye. O insan suçludur. Cezasız kalmayacak, ceza görecek. Ama o cezalar insan haklarının aykırı olmaması gerekiyor. Bu da ne gerektiriyor? İnsan hakları hakkında açık bir... Bana sorarsanız hala bazı temel hak sayılan haklar temel hak değildir. Ne gibi mesela? Mülkiyet hakkı. Şimdi insan haklarının ya da başka bir de öne verebilir. Her el kitabında göreceğiniz üç tane özelliğinden söz ediyor.

Bir bütündür, devredilemez ve evrenseldir. Şimdi evrensel ne demek? Her insan için talep getirmesi demek. Oysa biz onu her yerde geçerli diye anlıyoruz. Diyelim ki ölüm cezası birkaç ülkede daha vardır devam ediyor. Orada var diye insanların yaşama hakkı yok mu? Bir de düşünce suçu diye bir kavram var. Sizler nasıl bakıyorsunuz? Düşünce suçu değil de bazı şeyler özgürlük adına yanlış kullanılıyor. İnsan haklarını niçin istiyoruz? Birbirimize serbestçe küfretmek için mi? O hale dönüyor.

Evet tersinden kullanıyoruz. Amaçları hep gözden kaçırıyoruz diyorum. İnsanları korumak için istiyoruz. İnsan haklarını. O zaman da küfürler ona girmez. Hani meşhur olay var. Peygamberin karikatürleri. Yalnız peygamber o sayılan bir insanın değil. Herhangi bir insan için olmaz bu. Kaldı ki bir peygamber için. İnsan hakları kavramını...

Dersiden kullanıldığı gibi özgürlük kavramı da aslında. Onun da temelinde o var. Özgürlük canımın istediğini yapmaktır. Yaparım evet. Ama başkasına zarar vermeden diye bir şey var ya eski anayasamızda. Onu da unutuyorlar. de zarar vermemek, başkasına da zarar vermemek ama ondan ibaret değil. Özgürlüğü kişinin kendi dışında birisi tarafında ya da bir şeyler tarafından belirlenmemesi diye anlıyorlar.

Mesela Kant'ın etik özgürlük anlayışı var ki çok önemli. Ben onun diliyle anlatayım. Ben biraz farklı anlatıyorum ama aynı kapıya çıkıyor. Yani bir ayırım yapıyor. Bir şeyi ödevden dolayı yapmak, bir de ödeve uygun yapmak. Ödevden dolayı yapılanın değeri vardır, etik değeri vardır, öbürünün yoktur. Yani ne demek? Şimdi diyorum ki bakal örneği veriyor birçok şeyin içinde. Biri düzgün...

Sartıyor, fazla para almıyor, kimseyi kandırmıyor. Çünkü insanları kandırmamak gerekir. Öbürü duyulursa müşterisini kaybeder diye yapıyor, korkusundan yapıyor. İkincisinin de etik değeri yoktur. Böyle örnekleri çoğaltmak mümkün. Ben bir kirpi örneği vardı ya birbirine sarılan kirpiler örneği vardır. Hani soğuktan korunmak için birbirlerine yaklaşırlar ama canlarını da acıtırlar. İşte belli bir mesafe gerekir.

Hani toplumda da bir arada birlikte yaşıyoruz. O mesafeyi nasıl kuracağız? Bazen konuşurken mesafe, hareket ederken mesafe, o ölçülülük önemli geliyor bana da. İşte bunların temelinde doğru değerlendirme yapabilmek var. Her durumu kendi adına. Ama ben teorisini yapan insan olarak bazen yapamıyorum. Çünkü veri yok. Veri olmayınca o zaman yalnız neye sağlıyor? Dikkatli oluyorsun. Dediğim dedik diye gitmiyorsun. Daha dikkatli oluyorsun.

Bunu tabii istiyorsak yapıyoruz artık insanlar bunu istiyorlar mı ondan emin olamıyorum. Yani gerçekten doğru değerlendirmeyi istiyorlar mı yoksa canları öyle istiyor diye böyle bir ezber işlerine geliyor diye mi bir değerlendirme ediyorlar? Diklerinin farkında değil. Değiller. Evet. İşte işlerine o an o geliyor. Daha popülist geliyor. Daha hızlı geliyor. Bugünün hızlı dünyasında sindirmek gerekiyor ya bir değerlendirmek için bazen. O yapılmıyor gibi geliyor. Bazen yani düşünüyorum.

Bizler bugüne geldik doğru muyuz yanlış mıyız çok tartışılır ama aileden bir takım öğretilen değerler çok önemliydi. Yani ben bazı şeyleri nasıl öğrenmişim diye düşünüyorum. Hani yalan söylememek. Yani bunu zaten sözle öğrenmiyorsun. Evet. ananın babanın davranışlarıyla öğreniyorsun. Onun etkisinde kalıyorsun. Yani etkilendiğin de farkında değilsin.

Ama etkileniyorsun. Ben bunu bazı şeylerde düşünüyorum. Mesela siz dediniz ya benim annem söylemezdi ve söyletemezdi ki yalan. Hani mutlaka ondan bir şey öğreniyorsunuz. Ya da istediğimi almazdı. Sokakta. Evet. Hiçbir şey almazdı sokakta ama babam...

Ertesi gün hani bir şekilde yapıp onu bana getirirdi diyorsunuz. Hani böyle örnekler alınıyor. Ben mesela şöyle bir hikaye anlatıldığında hatırlıyorum çocukken. Sizin yalanla ilgili konuşmalarınızı dinlerken de fark ettim. Acaba bana nasıl işlemiştir diye. anne babayı izliyorsunuz. O size sigara içme dese de içiyorsa kendisi içiyorsunuz. Oku diyorsa ama kendisi okumuyorsa siz de okumuyorsunuz. Ama iç verdiği zaman da içiyorsun benim gibi.

Babam içmiyordu, annem de içmiyordu. Evi dumanla dolduran ben oluyordum. Yapmamam gereken ve bile bile yaptığım tek şeydir hayatımda diyorum. Bana mesela hikayeler anlatıyorlardı. Yani bir yalancı çoban hikayesi hala anlatılıyor mu? Bilmiyorum işte bir çoban kendiyle ilgili işte koyunları mı çaldılar mı diyor bir şey diyor bir köyü ayaklandırıyor yalan söylüyor. Ama gerçekten koyunları çalındığında köy daha önce yalan söylediğini bildiği için o çobanın ona yardıma gitmiyor.

Bizim de atasözümüz var. Yalancının mu mu? Yatsıya kadar yanar diye. Ama böyle bana o hikayeyi anlatmışlar. Bende etkili olmuş. Belki orada da bir çıkar şeyi var. Yani gerçekten yardıma ihtiyacım olduğunda yardım isteyeyim. almışım ama çocukken mesela bana bu hikayenin anlatıldığını ve etkilendiğimi hatırlıyorum. Çünkü kardeşimi böyle eğittiğimi hatırlıyorum. Bazı hikayeler de etkili oluyor herhalde. Tabii oluyor. Sizin de konuşmalarınızı izlerken bir takım hikayeler, bir takım edeb

Edebiyat parçaları yani okuduğunuzu ya da anlattığınızı fark ettim. Çok ilişkiler var. Örnek vermenin en iyi kaynağı edebiyat eserleridir. Çünkü ortak örnekler olması gerekiyor. Değer sorunlarını anlatmak için ortak örnek. Hayattan olabilir ama hocayla öğrencinin ortak örnekleri çok az oluyor.

beraber yaşadıkları gazeteden okuduklarımız değil. Kişisel hayat örneklerimiz var mı? Dolayısıyla edebiyat eserleri bu imkanı veriyor. Çerçevesini yazar çiziyor birçoğunda. Dolayısıyla örnek olarak daha işe yarıyorlar. Suç ve cezadan bir örnek vermek ya da vebadan bir örnek vermek herkes için herkesin bildiği ya da bilebileceği okuduysa bir örnek oluyor. Peki şimdi bugünün eğitim sisteminde daha zor gibi geliyor.

Kanalları izlemediğimiz kendi cep telefonlarımızdan kendi kanallarımızı bulup izlediğimiz bir dönemdeyiz. Böyle genel örnekler bulmak çok daha zor sanki eğitimde. Tam anlamadım. Mesela Japonya'ya gittiğinizde bu iyidir kötüdür tartışılır ama. Dağ başındaki bir ailenin çocuğuyla şehirdeki bir ailenin çocuğu bir yere kadar ülkenin kültürünü öğreniyor ya da eğitim sistemi birbirine benzer. Eğitimi.

Örnek vermek için. Kültüre sokmak için kullanmamakta yarar var. Zaten öğreniyorsun. Bilgiyle donatmak söz konusu. Kültüre zaten sokuluyor ve kültürlerin az ya da çok sorunları vardır. Bu kültür çoğul anlamda kültür dediğim yani bir grupun dünya görüşü, hayat görüşü ve o türlü şeyle. O anlamda kültür. Bu kadar övülüyor ama. Çok dikkat istiyor.

Çünkü problemsiz kültür yok. Şöyle bir şey söylüyorsunuz diye düşünüyorum. Doğrulayım diye bir daha soracağım. Mesela okullarda Türkiye'deki kültür ya da Japon ya da Japonya kültürünü anlatırken oradaki problemleri de çocukları aslında işlemiş. oluyorlar arası değil mi? Bir de şeyi diyoruz. Yani bütün kültürlere saygı. Hayır ben itiraz ediyorum. Bütün kültürlere saygı değil. Bütün insanlara saygı.

Yani kültürler saygı konusu değildir. Değerlendirme konusudur. Ama insanlar insan olarak en azından suçlu da dahil olmak üzere insan olarak saygı konusudur. Çünkü ben saygıyı duyuyorum. Bu karşımdakiyle ilgili. İlgili değil saygı duyanla ilgili bir sorundur. Sanıyoruz ki öbür kişiye bir şey yapıyoruz. Hayır. Kendimizi bir yere koyuyoruz ya da koymuyoruz sonuç olarak. Kültürler etiket de getiriyor. O etikete saygı duymuş ya da duymamış da oluyoruz. Haklısınız. Bütün fikirler de böyle. Tabii.

Biraz önce Mine Hanım'dan söz ettiniz. Yanılmıyorsam bir kitap varındaydı. Konuşturdu beni. İlk şöyle başladım. Öğretmenlerin sizi bütün fikirlere saygı ediyorlar mı? Evet dediler. Sakın dinlemeyin öğretmenlerinizi dedim. Çünkü fikirler saygı konusu değildir. Değerlendirme konusudur. Ama o fikrin sahibi kim olursa olsun ne olursa olsun insan olarak... Kişi olarak da değil insan olarak saygı konusudur. Çünkü ben insanım ben yapmam.

Çok güzel oldu. Kültürler de aynı şekilde. Biraz önce sormaya çalıştığım şey şuydu. Bir arada yaşayan bir toplumuz ya, birlikte bir temel geliştiyse, mesela aynı reklamları seyrediyorsak, bir takım şarkılar dinliyorsak, bir takım bazı... Ortak şeylerden duygulanıyorsak bazen o bizi toplum yapıyor ya. Burada ayrıştığımız zaman biraz koptuğumuz zaman işte bugün biraz ayrışma üzerine farklılıklar üzerine çokça durulduğu için biraz ayrıştık ya.

Farklılıklara saygı. Farklılıklara değil. Aynılığımızı görmek gerekir. Farklılığı görüyorsun. Şimdi sizi görüyorum onu görüyorum. O erkektir. Siz hanımsınız. Ama aynılığı görmek. O öğretilebilir. Bu eğitim için düşündüğüm bir şey. Mesela Türkiye'nin büyük bir şehrinden ilkokul mezunu bir çocuk geliyor. Ve Anadolu'nun bir köyünden de bir ilkokul mezunu çocuk geliyor. Ve eğitimde bir eşitlik ve aynılık olmadığı için.

Tamamen farklı örneklerle eğitime devam etmek lazım. Bir öğretmeni olursa köydeki çocuk bir şehirdeki çocuktan daha iyi olabilir. Evet evet. Bu öğretmen çok önemli burada. Sadece bu temel işte eğitim daha ilkokulda aynı olmadan. Sizler neler yaşıyorsunuz onu merak ediyorum. Çünkü suç ve cezadan örnek verebilmek için bir çocuğa mesela lise çağında ya da üniversite çağında onu okumuş olması lazım. O kavramla büyümüş olması lazım ya da oradaki bir takım kavramlarda.

Zorlaşıyor gibi geliyor öğretmenler için. Öğretmenler de kendileri yetişirken fazla okumuyor da ondan. O ilgiyi uyandırmak var. Zorla okutmak değil de ilgiyi uyandırmak. O zaman kendisi arıyor. Ama ne kadar olabiliyorsa tabii. Peki siz çok çalışan biri olarak tanınıyorsunuz. Sabah kaçta kalkarsınız? Kaç saat çalışma mı o? Yoksa hayatınızın bir parçası ve gidişi mi? Bir akış? Benim iş hayatı, özel hayat diye bir şey yok. Çalışıyorum ihtiyaç.

Kaç olan şeyleri yapıyorum. Sabah erken kalkıyorum genellikle. Kafanın en iyi çalıştığı zaman sabahtır. Sabah mı yazarsınız genellikle? Genellikle sabah çalışıyorum evet. Akşam kafam çalışmıyor uykum geliyor. Mecbur değilsem. Bir şey yapmıyorum. Televizyon seyreder misiniz? Seyrediyorum. Haberleri seyrediyorum. Çünkü bizim burada gazete gelmiyor her gün. Birisi giderse alıyoruz. Dolayısıyla dünyada olan bitenleri görmek için eve gidince haberleri izliyorum.

Hiç dizi film izler misiniz? Yok. Peki... Çok dünya ülkesi de gezmiş olmalısınız işiniz nedeniyle. Sizin pek çok ülkede, pek çok siyasetçiyle de buluştuğunuzu gördüğüm felsefe kongreleri var, felsefecilerle buluşuyorsunuz değil mi? Kaç ülke gezmişsinizdir bilmiyorsunuz. Kaç ülke sayısını şimdi söyleyemeyeceğim ama epey de ulaştım. Kaç dil konuşuyorsunuz? Hep soruluyor. Sorulur ama çünkü birkaç dilden fazla konuştuğunuzu hatta konferans verdiğinizi düşünüyorum. Doğrudur.

Almanca yaptığım konuşmaların son 20-30 yılda bir kitap halinde basılacak. Onları hazırlıyorum. Bitmek üzeredir. Kısa uzun yazılar var, daha kısa yazılar var. Onlar da diyorum ben ölmeden basılsın. Almanya'da basılacak. E zaten Latince var. İşimi görecek kadar. Ama Yunanca eski Yunanca daha iyidir. Tabii istediğimi okurum. Hatta hatta. Mesela Omeros'un diliyle. Plato'nun dili.

çok farklı. Omer'u ayrıca öğrenmek gerekir. Onları okuyabiliyorum tabii. Okulda öğrenirken herkesin çevirisi vardı. Çeviri ezberliyordu. Ben kendim oturup uğraşıyordum. Sözlüğe bakarak, kelimelere bakarak kendim söküyordum. Almanca'yı da öyle mi? Almanca yok. Almanca'da üniversitenin son sınıfındayken öğrenmeye başladım. Bizim hoca takiyeti mi benim hocam da dedim ben trajik üzerinde bir tez yapacağım o zaman.

Lisans tezi vardı. Var şey benim yazılarımın içinde çıkıyor. Max Scherer ve Nietzsche'de trajik. O benim lisans tezimdir. Dedi ki o zaman Max Scherer'i okuyacaksın. Ben bir kelime bilmiyorum Almanca. Ders almaya başladım ve benim rastladığım en iyi dil hocası Eva Bouk ismini de unutmadım. Fransız bölümünde İstanbul Üniversitesi'ndeydi. İlk derslerde döktüğüm teri de unutmuyorum. Bir cümleyi söylüyor, tekrar ediyor.

Kulaktan. Ve ben öğrendim yazdım tezi. Hocaya gösterdim dedim ki bir kontrol edin anlıyor muyum? Doğru dürüst anlıyor muyum? Bir iki cümle okuduktan sonra tamam tamam dedi git. Ve tezi öyle yazdım. Yani çevirisi yoktu makşeveri. Müthiş. Yani ben biraz onun için soruyorum. Yayından önce biz konuşurken Iona Hanım ben kişisel soru cevaplamayı hiç sevmem dedi. Benimle ilgili sormayın hani felsefeyle eğitimle ilgili konuşalım. Çok da saygı duyuyorum. Mesela kaç dil biliyorsunuz?

Doğrusu biraz kişisel bir şey gibi de duruyor ama işte bir felsefeciyi, felsefecileri kendi dillerinden okumak da başka bir ayrım tabii diyorsunuz ya. Homeros'la Platon bile ayrı bir dil kullanıyorsa. Beşçi iyi çevirileri yoktur. Maalesef hala çevirileri parlak değil Türkçe'ye. Evet siz de Kant'tan çevirdiniz değil mi? İki üç tane şey çevirdik evet. Ve biz Hacetepe'de ikili bir baskı yapıyoruz. Orijinali ve Türkçe'si.

Önce birisi çeviriyor, birisi metinle karşılaştırıyor, birisi de Türkçe bakımından okuyor. Öyle yaptık o çalışmaları. Hatta bir arkadaşı ben bu program için almıştım. Felsefeci değildi. Sonra o da felsefeye kaydı. Kaldı olmadı. Benim yapmak istediğim bir şey yarım kaldı. Sizin çok sabırlı olduğunuz söyleniyor doğru mu? Doğrudur. Bazen çok şey okuduğunu ve bildiğini düşündüğümüz insanların artık biraz daha sıkılgan ve sabırsız olabileceğini düşünüyoruz.

Çok saçma şeyler duymak sıkıcı olabilir. Çok basit şeyler. Sıkılmaz mısınız belli mi etmezsiniz? Valla 15 dakika canım sıkılır sonra geçer. Çok güzel. Peki bizim buluşmamızın vesilesi biraz da 28. Aydın Doğan Vakfı büyük ödülünü size veriyorlar. Teşekkür ederim.

Pek çok ödül de aldınız. Yani bugüne kadar sizin hakkınızda yazılan metinlere bakınca sayısız gibi bir kelime görüyorum. Aslında hepsi sayılabilir. Çok ödül var. Benim iki üç sayfalı bir biyografim var. Ama o herhalde çok küçük puntolarla. yazılmış bir sayfa. Ama ödüllerinize ben baktım. İki A4 sayfası sırf ödül almış olabilirsiniz. Epey vardır. Ve ben fark yapmıyorum.

Önemli önemsiz saymıyorum. Hepsini yazıyorum oraya. Çünkü insanlar bana bir şey yapmak istedi. Bilmem ne için yapmak istedi. Ben hepsini oraya koyuyorum. Değer farkı yapmıyorum aralarında. Ben yaptım. Yani şöyle yaptım. Çünkü mesela Göte madalyası var, liyakat nişanları var, UNESCO'dan Aristoteles madalyası var mesela hani sizin alanınızda. Hacettepe Üniversitesi'nden bilimsel başarı ödülü var, onursal doktora var.

mesela Peru'dan geliyor ya da aynı şekilde Girit Üniversitesi'nden var. Yani o kadar güzel şeyler ki bunlar bizim açımızdan da güzel. Çünkü hani Türkiye'de felsefe gibi bir alan bu kadar önde olması Türkiye Felsefe Kurumu'nun kurulması, 50 yıldır var olması, insan hakları için yaptıklarınız çok değerli ve bunun dünyada görülmesi de bizim için değerli oluyor ya. Yani mesela Ahmet Necdet Sezer'le bir toplantı izledim. Ben 21. Dünya Felsefe Kongresi'nin ev sahipliğini yapmıştım.

Müthiş bir şey İstanbul'da yapılması değil mi? İyi oldu ve çok iyi geçtiğini karşılaştırarak öyle diyorlar. Şimdi dönen arkadaşlarımız var. Bir kongreden Roma'da olan kongreden çok şikayetçi. Mesela ben orada hangi soruların tartışıldığına da baktım. O yıllarda dünya meseleleri nelermiş gibi bir şey. Hani sizin kitaplarınıza da biraz bazılarına öyle baktım. Eti'ye mesela dünya sorunlarıyla ilgili bir takım.

Daha önce yaptığımız toplantılar. Evet. Başka yazarlarla ortak kitap. Ortak editörlük var. Mesela Ayşe Buğra, Mümtaz Soysal. Onların bildirileri var. Bildirilerinin olduğu kitaba bakmıştım ben mesela. Hani etkileyiciydi. Değerli arkadaşlar biri de vefat etti biliyorsun. Bilge Karasu mesela sizin çok değerli bir arkadaşınız değil mi? Bizim bölümdeydi ve Türkçe dersi veriyordu o. İki tane dersimiz vardı metin okuma ve yazma. Ve o çok işe yarıyordu. Dili doğru kullanmak.

Metin okuma anlamlandırma üzerine biraz önce konuştuk ya herhalde onun için de çok değerli. Bu arada hani bu yayını yapmışken Açık Radyo'da Bilge Karasu'nun vefatının üzerinden 10 yıl diyeyim geçtikten sonra yapılan dostlarıyla. konuşulan bir yayın dizisi var. Ben tesadüfen bir gün ona rastladım. Herkese tavsiye ediyorum. Yani o kadar duygulandıran, o kadar öğreten yayınlar ki. Oruç Aroba mesela. Bilge Karasu hakkında konuşmuş. Tiyatrocu bir arkadaş.

O kadar güzel ki bir insanın ardından biri öyle konuşulması. İki, onları dinlerken bile çok şey öğreniyorsunuz. Sizin de dostluğunuzu bildiğim için sizi böyle etkileyen başka kimler vardır aklınıza gelebilen? Çok insan var. vardır tabii ki ama gerçek hayattan gerçek örnekler. Bir örnek vereyim. Neden vermediğimi anlarsınız. Şimdi bizim burada bir müstahdem var. İşlere bakıyor.

Bu kadar düşünceli bir insan ki ben onu bazı profesörlere tercih ederim. Bizim Ramazan. Aydın Doğan Vakfı ödülünden bahsettik. Oradaki açıklamada şöyle deniliyor. Biraz da bahsetmiş olayım. ve araştırmalarının gelişmesine, bu alanda birçok akademisyenin yetişmesine ve ülkemizde felsefi düşüncenin yaygınlaşmasına yaptığı önemli katkılar, sayısız bilimsel makale, bildiri, rapor ve kitap çalışmaları... İzlediğiniz için teşekkür ederim.

kürsüsü sahibi olmak gibi pek çok önemli değere ulaşmış olması, başarılarıyla uluslararası kültür ve felsefe ortamında Türkiye adının gündemde tutulmasına katkı sunması nedeniyle 2024 yılı Aydın Doğan ödülünün Profesör Doktor. İhan Aküçeradi'ye teslim edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu bir kısa özet tabii ki ama yılların özeti. Peki nasıl olunur? Klasik sorumuz zor da bir soru biliyorum ama. Şimdi sizin alanlarınızda ilgilenmek isteyen insanlara nasıl öğütler verirsiniz?

Nasıl felsefeci olunur, nasıl filozof olunur gibi değil de belki de eğitimci olunur ya da doğru değerlendirmeler yapılabilir. Hangisine cevap vermek isterseniz. Ben öyle bir şeyi söyleyeceğim. Baktığını görmeyi öğrenmek. Bunu öğrenmek çok önemli. Bunu yapmak için bir sürü değer bilgisi gerekli. Doğru bilginin nasıl olduğunu bilmek gerekir. Bunlar öğretilebilir şeylerdir.

Diyorum onun üzerinden kimisi beş yapar onun üzerinden yedi yapar ama herkes bir yere kadar öğrenebilir. Ama eğitimimize bunları koymak gerekiyor bilinçli bir şekilde. Bunun olabilmesi için de öğretmeleri ona göre yetiştirmek. Bunu eğitimle yapacağımızı anlıyoruz. Adı felsefe olsun ya da olmasın. Belki başka yolları da olur. Mesela çok iyi bir kanalda böyle bir program ama ciddi bir program. Felsefeyi şu tarafa... bu tarafa çekmeden. Çok önemli. Çok insan seyreder. Böyle bir program işe yarar.

Ciddi ciddi ama yapıp hem hazırlığı ciddi olmalı hem de devamlı olmalı. Bir de felsefe okumak insanlara biraz zor geliyor gibi. Çünkü çok fazla ana metin, temel metin okumak gerekiyor gibi hissediyorlar diye düşünüyorum. Pek çok tarihsel insan var. Hoca ne duruyor ya? İşte yardım edecek. Sizin tercihiniz bu konularda ise.

Ve aklınız ona yatıyorsa o çerçeve içinde bir genel şeyler var. Yani felsefenin hangi alanında iş yapıyorsanız yapın bilinmesi gereken şeyler. Bir de yoğunlaşacağınız alan var. Hoca ne duruyor işte hocanın bunu yapacak. Bir kulaktan giren bir kulaktan. çıkan şeyi anlatırsa olmaz. Bir takım YouTube programları da var. Şimdi genç bir hanım yapıyor. Mesela Dilazof olabilir ismi. Hani kendi ismi Dele olduğu için çok felsefe yapma diyorlarmış ona. Mesela o bir şeyi anlatırken hani biraz daha uzun.

açıklamalı ya şuradan geliyor diye anlatıyorsa yine dilozofi yapıyor bize fazla felsefe yapma gibi dalga geçiyorlarmış. Bir YouTube programı var. Çok güzel bir anekdodunu yakaladım. İnsanlar ona diyorlar ki ya bunlar zaten yazılı yazılı Şeyi bize niye anlatıyorsun diyorlarmış ki çok güzel. O da diyor ki bir kreatörlük yapıyorum. Bu kişi şu tezi savunuyor. Bu kişi bunu söylüyor diye ben bunları anlatıyorum diyor. Bir araya getirip YouTube'da anlatıyor. Akademide biraz küçümsendiğini düşün.

İnsanlar niye böyle bir şey yapıyorsun demişler sosyal medyada ya da YouTube'da. Ama dedi bir gün ona birisi yorum yazmış. 10 yaşlarında bir çocuk. Demiş ki çok fazla bilgisayar oyunu oynuyorum. Benim varoluşumun temelinde oyun... oynamak olabilir mi? Ya diyor çok hoşuma gitti bu soru. Bundan sonra devam etmeye karar verdim. Ya da işte Anadolu'nun bir yerinden bir ev kadını ya ben sizin anlattıklarınızdan şunu aldım diyor. Demek ki herkes felsefeyle ilişki kurabilir.

Ama ona ulaşan dili kullanmak gerekir. Aynı dili değil. Programda bilemesin. Ona göre düşünüp yapmak gerekir. Evet seviyeye düşürmeden temellerini biraz anlatarak. Ama dili çok rahat kullanarak. Çünkü öyle şeyler var ki bakın Anadolu'dan en az 10 medeniyet geçti, 10 uygarlık geçti. Ben sayarım bunları. Ama hepsinin tek ortak özelliği vardır. İnsanı ön planda tutmak.

Yani şeyden tutun antik felsefeden Yunus ondan sonra Celaleddin Rumi. Nedir bunlar? Hani bakarsanız ortak bir şey insana değer vermek var. Çok farklı oldukları halde. Bu bir şey gösteriyor. Bunun üzerinde durmak var. Bütün bu uygarlıklarda bu noktaya göstermek var ve bağlantısını göstermek var.

Sizin bir konuşmanızı dinledim. Robotlar insanlaştırılmaya, insanlar robotlaştırılmaya çalışıyor diye. İnsan nedirden herhalde en temel sorudan başlayacağız. Ben şimdi Sofi'ye badandaşlık veriliyor. Kötü bir kelime kullanmayayım. Biz de o kadar alışmışız ki normal gelmeye başladı. Yani hızlı olmalıyız, sayısal olmalıyız, hızlı kararlar vermeliyiz. Biz de o duruma itiliyormuşuz gibi geliyor. Robotlu insanlaştıramasın ki.

Bir Türk olan Amerika'dan geldi bir şey anlatıyor. Dedi ki kızım sordu baba niye sen beni okula götürüyorsun araba götürsün. Şoförsüz araba demek istedi. Ben de ona soru sordum. Robotla sen ve ben arasında ne fark var? Topu bana attı. Dedi ki hocam sen söyle. Dedim burayı kesersen robota tel göreceksin. Ama beni kesersen kan akacak.

kalbimi göreceksin. Ondan sonra dikmek zorunda kalacaksın. Bir de bir fil hikayeniz var. Mesela hikayeler. Sevgili film. Evet. Hatta Küçuradi Vakfı'nın logosunda da fili gördüm. O fil hikayenizi anlatsanıza bitirmeden. Çok hoşuma gitti benim aslında. Sevgili filmdir o. Siz fil objeleri de biriktiriyor muydunuz? Biriktiriyorum ondan dolayı bana herkes fil getiriyor. Şimdi. Hintlilerin böyle oymalı filleri var. Hindistan'a giderken alıp arkadaşlarıma getirip hediye ediyorum.

Bir gün şeye gittik. Bombay, Mumbai'da toplantıdan sonra o civarda Elephant Island diye bir yer var. Çok yoksul insanların oturduğu bir yer. Akan su yok, bilmem ne yok. Fakat 12. yüzyıldan o sıralardan kaya heykelleri var. Oraya götürdüler. İnince böyle turistik eşya satan insanlar vardı iskelede.

Baktım ben fil alacaktım tabii dedim ki dönüşte alayım taşımayayım yukarı çıkacağız. Gittik dönüşte aldım filleri arkamı döndüm geldi şu kadarcık yanımda evdedir. Bir fil verdi bana dedi ki bu benim size hediyem. Siz sözünüzde durdunuz dedi. Yani giderken dönüşte alırım dedim ve dönüşte aldım. Evet herkes der çünkü dönüşte alırım der almaz. Bilgisayar bakımdan önemli. Ben diyorum ya etik değerler hiçbir yerde farklı değil. Yani dürüstlük.

dediğini yapmak her yerde önemli. Çok güzel hikayesi de. Bir de siz bilgiyle eylem arasında da bir ilişki kuruyorsunuz ya. Eylem bilgiyle olur. Eylem bilgiyle oluyor. Bir de Onlar ne kadar birbiriyle örtüşüyor? İnsanlar her şeyi konuşabiliyorlar ve bunlar değerlendiriliyor ama yaptıklarımızda değerlendirilmiyoruz. Oysa ki birbiriyle örtüşmesi gerekiyor ya bilgiyle, sözümüzle, eylemin.

Yani söz biraz da o gibi de yani ondan sonra eyleminiz de örtüşüyor. Yani söz de vermiyorum. Yapacağım dedim. Söz vermek bile sayılmaz o. Yani dediğini yapmak. Yani bir çeşit dürüstlük durumu. Son şundan da bahsedelim. Eleştirel düşünce kavramı da çok önemli değil mi? Önemli ama yeterli değil. Biz bunu çok vurguluyoruz. Önemli ama eleştirel düşünme. Sadece bilgisel bir iştir.

Eleştirel düşünme etik eğitimini kapsamıyor. Ona dikkat etmek gerekir. Çocuklar için felsefede de söyleniyor eleştirel düşünme. Eleştirel düşünme güzel şart tabii. Ama bu bir ön bir şey. Değer bilgisi çok önemli. Sadece o yetmiyor. Ortada bir takım evrensel değerler olmadığı için hangi değerler üzerinden eleştirdiğimiz karışık? Temellendirme yapmayı öğrenmek var. Ama kurumlar bile yapmıyor. Temellendirme çok önemli. temellendirme hiç değerlerle ilgili yapmayabilirsin.

Temellendirmeyi de nasıl yapıyorsun? Her şeyi temellendirebilirsin. Ama neyle? Etik değer sorunlarının dışında hiçbir şeye bakmamak uygun olur bana sorarsın. Bir takım etik değerlerle kastınız nelerdir mesela? Benim gördüğümü söyleyeceğim. bir erdemler denilen şey kişilerin Başka kişilerle ilişkilerinde edindiği karakter özellikleri. Adil olmak, dürüst olmak. Bir de bir kişinin belirli bir kişiyle ilişkisinde bu sefer yaşantı tortularıdır. Saygı, güven gibi. Etik değerlerden ben bunu anlıyorum.

Şimdi şirketler kurulduğu gibi STK'lar da kuruluyor. Şeffaflık önemli bir kavram. Başta bir takım değerler ortaya koyuyoruz ve bunları takip edeceğiz diyorlar. Siz buna nasıl bakıyorsunuz? Mesela insan olarak bazı değer... Her zaman güzel uygulamak zor olabiliyor. Bir de Kant'ın ödeve uygun örneğini verdim ya birçoğu böyle oluyor. Tam da öyle yani ödev diye yapılan şeyler olabiliyor. Yani müşterisini kaçırmamak için. Ama gene de o bile iyi.

geliyor bir taraftan da. Biz ona bile razıyız diyorsun. Evet. Kendine bir kural koyuyor en azından. Hani kendine kısıtlayacağı şeyleri halka açıklamış gibi oluyor. Ama kimse farkına varmadan kolaylıkla yapar. Farkına varılmayacak zaman kolaylıkla yapar. Bunun dışında insanları kandırmamak gerekir diye düşünüyorsa kimse farkına varmasa ben bunu da söylüyorum. Bir sözümüz var. İyilik yap denize at. Balık görmesi halik görür değil mi?

O da görmesin. Halik de görmesin. Bugün o değerleri bir insan olarak tutmak o kadar zor ki ben öyle bazen hissediyorum. Bazı okumalar yardımcı oluyor ama yine de bugün nasıl olunurum pek çok bölümünde bunu konuşmuşuzdur. yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız da önemli. Onları kimse görmüyor. Yapmamak da bir eylemdir. Yapmamak da bir eylem. Yapmamak da bir eylemdir. Bize madalya takmıyorlar. Onun için apoletlerimiz yok. Kimse bunları görmüyor. Belki sadece ailemiz haberdar ya da onlar...

bile haberdar değil bazen. Ama bazı şeyleri yapmamayı tercih ediyoruz. Ama şeytan en çok parayla korkutur diye bir laf var. Bazen zor durumdayız ama parayı reddediyoruz. Bazı çıkarları, bazı titirleri reddediyoruz. Bugün de çok oluyor. Bunu yaparken kendi değerlerini de çok baş başasın ya. Yani bunları korumak, tutmak, savunmak. İnsanlar diyorlar ki yattığında rahat uyumak. O da bir değer ama hiç rahat uyumayabiliyorsun öyle bir.

insansan ya. Hani bu nasıl olunur da nasıl tutulur? Bazen çok... Bunu da önemsememek. Bu kadar içselleştirmek lazım değil mi? Yani Halik de görmesin. Evet. Bazen onu düşünüyorum. Yani bu kadar içselleştirmek lazım. Ben... Herhalde o aşamaya geçemedim. Kendince kendine bir takım kurallar koyuyorsun. Demek ki onu bir doğallaştırmamız lazım değil mi? İnsan olarak kendi içimizde. O zaman belki sabırlı oluyoruz. O zaman hiç fark ediyor. Zor olmuyor. Yani dinleyenlere bunu anlatabildim mi bilmiyorum.

Biz anlaştık galiba siz mi? Ne dersiniz? Siz beni çok iyi anladınız. Biraz karışık anlattım ama bu arada biz üniversitedeyiz ve burada bir takım inşaatlar oluyor. Onlar da kayda giriyor olabilir. Ailenizden bir takım değerler ediniyorsunuz. Yani benim annem babam biraz öyle tipler.

Babam çok idealist bir insandı. Mesela daha çocukken isterdi ki doktor olayım. Niye? Çünkü hani birilerine yardım edeyim. Yani birilerini iyileştireyim diye. Böyle idealist bir insandı. Böyle de bir çocuklar yetiştirmeye çalıştılar. Sayık olmaya çalışıyorsun. Onun istediklerini. Kendisi de öyle bir insandı. Sonra bakıyorsun bazen hayat çok zor oluyor. Kendine koyduğun kurallarla. Aile kuralları diyeyim. Onlar bir yazılı kurallar değil. Bir sözleşmeyi imza atmıyorsun. Ama sen öyle öğretilmiş.

Tabii doğal daha rahat öğreniliyor. Evet. Sizin babanız da eczacıymış değil mi? O da siz eczacı olabilirsiniz. Benim eczacı olmamı istiyordu. O da benim için istiyordu. Ben rahat edeyim çünkü felsefe para getirmez. Ama siz hiç bizi açıklayabilirsiniz. kalmadık diyen hocalarınız sayesinde babanızı da ikna etmişsiniz. Rahmetli Hoca Ali Bey bir evden rektördü bizim coğrafya hocası. Ben asistan olduktan sonra bizim eve gelmişler ve sordu babama memnun musunuz kızınız aslında.

Memnunum ama aç kalacak. Kaç kalmadık. Evet koca da aç kalmadı biz de aç kalmadık. İyi ki hem aç kalmadınız hem bu kadar sevildiniz hem bu kadar dünya tarafından takdir gördünüz yaptıklarınızla bir de çalışkan birisiniz. Türkiye Felsefe Kurumu'nu kurmak siz var mı da mı bir toplantıda diyorsunuz ki niye Türkiye'de burada varlık göster misin? Niye yok diye. İlk defa orada aklıma geldi. Hiç unutmuyorum. Yüzüncü yıl toplantımda andım ama kimseye.

anlamadı. O zamanki başkan bir Bulgar'dı. Bana dedi ki sen de organize et. Hiç zor değil. Korkma. Hiç unutmuyorum. Ganovski, Sava Ganovski. Ki ben söyledim ama benim borcum ona söylemek. Kimse anlamamıştır. Çok güzel. Size çok sorulduğuna şahit oldum. Hani kadın olmak sizin işlerinizde size zorluklar çıkardı mı diye soruluyor. Siz genellikle öyle bir şey hissetmediğinizi söylüyorsunuz değil mi?

Bazen sizin fazla sabırlı ve içselleştirmiş biri olduğunuzu. Ben kendime kadın olarak bakmıyorum şu başında. Evet. Ya bir de kadınlara sorulan şeyler vardır ya. Giyim, saç, bağış. Siz kuaföre de gitmiyormuşsunuz galiba değil mi? Ayağınız... kırdığınızda mı size yer? Şey yıkamak için gittim. Şahane bir şey. Makyaj yapmam diyorsunuz ama el işi yapmanız benim çok hoşuma gitti mesela. Güzel el işlerim var. Sergi yapacak kadar Ankara'da.

Peki onu çocukken mi, öğrenciyken mi yapardınız? Liseden başladı. Üniversitenin sonuna kadar yaptım. Ondan sonra yapmadım. Ancak örgü örüyordum. Onu da yapmıyorum şimdi. Örgü mü? Böyle bir nakış gibi mi? Nakış, nakış. Goblen dahil olmak üzere. Şahane şahane. Peki Türkiye'de ya da dünyada birlikte nasıl daha iyi yaşarız? Kendimizi her şeyden önce bir insan olarak görmekle ve değer bilgisiyle. Çok kesin söylüyorum yani ayıp oluyor bu kadar kesin söylemek ama.

Yo belki de güzeli bu. Ya siz ego meselesini de tabii tartışmaya açıyorsunuz. Biraz fazla egoluyuz. Kendimizi fazla değerli görüyoruz bazen değil mi? Şimdi şunu söylemeye çalışıyorum. Yapılan işlerde bir sıra. var. Önem sırası var. O önem sırasında herkes kendini bir numara görüyor. Oysa olmayabilir. Kendisi numara bir numara olunca değiliz razım yok ama olmayınca orada bir numara olanı yapmak önce.

Meyye pompalayan dünyada sen en önemlisin, sen bir tanesin, sen önce mutlu ol, sen başar gibi kavramlar da ben, ben, ben, sen, sen, sen çok söylendi ya. Hepimiz prenses, prensesiz, kraliçeyiz gibi oldu. ortak amaçlar var. Amacımız ne? Amaçlar üzerinde durmak gerekir. Amaçların değeri. İyi ki bir amaç edinmişsiniz. Ben o soruyu sorduğunuz için mutluyum. Burada bir gerçeklik var. Bir şey var hepimiz niye farklı değerlendiriyoruz?

Çok batıyordu. Hala batıyor ama şimdi açıkladığım için e böyledir. Ne yapalım insanlar böyledir. Biraz eğitip eğitip ne kadar düzeliyorsa düzeliyor. Çok teşekkür ederim. Rica ederim. Ben de teşekkür ederim. Çok sağ olun tekrar. Bay bay.

This transcript was generated by Metacast using AI and may contain inaccuracies. Learn more about transcripts.